26 Aralık 2010 Pazar

I'm sad alone. I'm so sad on my own

Koca bir YALNIZlıktan ibaret dünya. Koskacaman bir YALNIZlık, yalan bulutu. Her şey, herkes yalnız. Her bile şey'den ayrı/YALNIZ. Çocuklara bitmez tükenmez derslerde öğretilen bu, sadece YALNIZlık.
Bugün günlerden ne? Aylardan hangisi; hangi yıla saplandım kaldım?

Bugün insanların can sıkıcı bahaneler bütünü olduğuna karar verdim ve
merak ediyorum;
Tanrının da bir bahanesi var mı yarattığı aciz insanlar için?

Varsa yoksa YALNIZlık!


9 Aralık 2010 Perşembe

Bu yaptığım iş ayıp/rezalet

Okumak güzel iştir ey insanlar ama yazmak biraz ...

Kafam karmakarışık son gülerde, kendimi tanımamakla meşgulüm. Narkoz etkisi yapıyor hayat, farkında değilim ayrıntıların arasına sızmış gerçeğin. Bir şiir tadında geçiyor günler.

''çekilmez bir adam oldum yine
uykusuz, aksi, lanet
bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
azgın bir hayvan döver gibi
o gün çalışıyorum
sonra birde bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet ''

Sonra karanlık bir ormanda koşturduğunun farkında olmayan alice gibi şaşkınlıkla kulak kabartıyorum birisinin sözlerine;
Senin tek sorunun umutsuzluk ve kırılganlık diyor.
İşte şimdi hepten pes etmek üzereyim...

17 Kasım 2010 Çarşamba

lasciate mi cantare


Eğer şarkı söylemek istiyorsanız bağıra çağıra;
Size önerebileceğim tek insan Yasemin Mori'dir.

Birkaç gündür sinirden yerimde duramadığım zamanlarımda şarkı söylemeye başlıyorum,
'' Assslınndaaa birrr konuuu vaaar. nedenn konuşamayız needeeen suskunsuuun! ''

İngilizce şarkı söylemek istiyorum ama öyle bir şarkı olsun ki söyleyemediğime güleyim diyorsanız;
Hold Your Horses - 70 million önerimdir.
Hatta site reklamı yapıyım,

16 Kasım 2010 Salı

Rusalka


Amelie filmini izlemiş, hatta dayanamamış ağlamış, sonra çok özlemiş bir iki ay sonra bir kez daha izlemiş, müziklerine hasssta olmuş, bir genç kız nesiliyiz biz (genç kız nesili?)
İşte evet evet bende diyorsanız bir film önerisi daha size;
Rusalka
2007 Rusya yapımlı, oyuncuların hiçbirini tanımamanız, konuştukları dilin garipliği, daha bir izlenesi kılıyor filmi.
Önerdiğim arkadaşlarımdan sonunu saçma bulunlar oldu;
''Amelie'nin kuzeni mi bu kızz laan !'' diye telaşlananlar oldu.
Bence Amelie kadar etki bırakmadı ama yine de iki kez izlemekten kendimi alamadım.
İkinci izlediğimde kaçırdığım ayrıntıları keşfettim.
Alelade bir film gibi gözükebilir,
Ama güzel her şeye rağmen.
Hiçbir şeyi güzel bulmazsanız da Alisa'nın çocukluk haline bayılacağınıza garanti verebilirim.
O nasıl tatlı bir mahluktur.


8 Kasım 2010 Pazartesi

Bir rica, kitap uğruna

Uzun süredir bloglarla haşır neşir olmama rağmen iyi bir blog yazarı olduğumu söyleyemem. Okuduğum güzel kitaplar, izlediğim güzel filmlerden sonra; ''Bak ama bu unutulmamalı, bilmeyenlere öğretilmeli'' tarzında cümleler kuruyorum ama tembelliğimden midir, yoksa başkalarının bloglarını karıştırmaktan vakit bulamamamdan mıdır bilemiyorum, uzun süredir yazamıyorum.
Ama güzel bir ricam var bu sefer, bunu yazmazsam olmaz dedim.
Kitap severler bilirler kendilerine ait bir kitaplığın olmasını, o kitaplara verilen değeri. Kütüphanelere gittiklerinde de ''Ah burası benim olacaktı'' tarzında cümleleri.. Elime böyle bir fırsat geçti bu aralar. Okul kütüphanesini yenilemeye başladık birkaç arkadaş (evet biz ergen liseliler). Bir okul kütüphanesinde olabilecek hemen hemen her türlü kitap var, Türk klasikleri, dünya edebiyatından klasikler, tarih, coğrafya kitapları... Yaklaşık üç bin kitabımız olmasına rağmen malesef kütüphanemiz terkedilmiş her kütüphanenin çektiği çileyi çekmekte; yeni yazalarımız, şairlerimiz yok. Okul öğrencilerimizin katkılarıyla yaklaşık yüz iki yüz civarı yeni kitap almaya karar verdik bizde. Ricamda burdan itibaren başlıyor. Çok okunmayacağını biliyorum, ama en azından yazımı okuyan arkadaşlar ''bir kütüphanede mutlaka olmalı'' dedikleri kitapları yazarlarsa çok sevinirim.
Ortaya güzel bir şeyler çıkarsa hatta kütüphanenin fotoğraflarını da ekleyebilirim ve tabii ki yeni yazılarımla birlikte :)

26 Ekim 2010 Salı

Bir İntihar Akşamı

Kısacık yoğun bir akşam
herkesin yüzünün bir anıya karıştığı
yoğun bir akşam
bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde
ve bir intihar üstüne söylenti
bütün kıyıları dolaştı durdu
kısacık bir akşam

Kısacık serin bir akşam
kelebeklerin atlarla yarıştığı
yoğun bir akşam
bazı mektuplar damgalandı postanelerde
oturuldu bir takım şarkılar söylendi
bir adam bir kadının kapısını vurdu
kısacık bir akşam

Neyi söylesem bir kahramanlıktı
içinde azıcık buluştuğumuz
bir bulutla bir kağıt peçete arasında
kısacık yoğun bir akşam
şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
kısacık yoğun bir akşam

Her şey bir unutkanlıktı
arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
kısacık yoğun bir akşam
biliyordum bir soğuktu nereye varsam
bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
kısacık yoğun bir akşam.

Kim karıştırdı gerçekliğine
yaşadığım sonsuzluğun
ve oturuldu bir takım şeyler söylendi
imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
kısacık bir akşam
duraladım ne yapsam

Kim karıştırdı gerçekliğine
su terazilerindeki ensizliğin
ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi
araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
kısacık bir akşam
o kadar kısa ki bir akşam

yüzümü suyun ardında buldum
kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
kısacık yoğun bir akşam
serin bir akşam öyle söylediler...


Turgut UYAR

29 Eylül 2010 Çarşamba

meşguliyet

Her ergen liseli gibi okul hayatına kaptırdım gidiyorum.
durdurabilene aşk olsun.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Yorgan altı; kitap, film, BAYRAM!



İnsan bir şeyin kıymetini onu kaybettikten sonra anlar derler ya, ha işte öyle günler yaşıyorum.
Okulların açılmasına yaklaşık bir hafta kaldı!!
Ve şu geçtiğimiz bir hafta içinde tatilde izlemediğim kadar film izleyip, kitap okudum.
Kendime şaşırıyorum artık, birisi bana dur demeli.
Ha birde araya bayram saçmalığı girdi tabi kii,
Lan merak ediyorum acaba insanlar bunca kalıplaşmış şeyi tekrar etmekten sıkılmıyorlar mı?
İlk adım eve gelen misafire nasılsın diye sor.
İkinci adım şeker-çikolata ikram et.
Üçüncü adım baklava tarzı minumum tatlı yiyeceği ikram et.
Sonra kalkıp gitmelerini bekle.
Hadi hepsini anladım da, iade-i ziyaret olayını hala çözebilmiş değilim.
Daha birkaç saat önce gördüğü kişinin evine gidiyorsa bir insan bence;
''Bak sen benim tatlımdan şunumdan bunumdan yedin, ben çok iyi bir ev sahibi oldum hadi sıra sendee.'' demek.
Ebe sensin şimdi gibi birşey.

Her neyse işte ben her genç ergen gibi kandil gecesi yine uyumayıp bilgisayar başında sabahladığım için ertesi gün uyumaya vakit kalmadı
Çünkü o gün bayraaaam. Nasıl bir mantıksa o da, bayramda erken kalkılır
Bütün gün turşu gibi birinci dereceden akrabaları dolaştım ben
Nasılsın sorusuna ''uykusuz, yandaki odada kıvrılır uyurum şimdi siz rahatsız olmayın'' demek isterdim, en çok bu koydu
Ülkede hala kölelik varmış bunu farkettim ama pek sevgili ailem beni akşamüstü 3 gibi azad edince ben en son evin yolunu tuttuğumu hatırlıyorum.
Sonra hayal meyal eve geldiğimi, annemlerin yatağına ''düştüğümü'' hatırlıyorum sonrası tık, yok.
Yaklaşık 11 saat uyumuşum. İşin kötü yanı telefonumu sessizde unutarak. Uyandığımda nerdeyim lan ben tarzında sorular soruyordum kendime. Kendi odamda ve üstüm değiştirilmiş bir şekilde yorganın altındaydım. Ne ara geldim oraya ve üstümü değiştirdim hala bilinmiyor. Ve telefonda binbeşyüz arama, mesaj. Yani tam bir KAOS tam bir savaş
Sonra gece film izledim haliyle ,
Bu Uykulu kafayla ancak Türk filmi izlenir dedim açtım Eyvah eyvah'ı
Güzeldi, komik. Atacan.
Sonra ''Shutter Island'' diye bir film açtım, anaa leonardooo demeye kalmadan onu da izledim bitti.

Sonra baktım saat sabahın sekizi, yeni mezun diye bi film açtım.
Başrol oyuncusunun gözlerine hasta o filmi de bitirdim.
Tam uyucam derken herkes kalkıp hadi kahvaltı yapıyoruz sonra da bayram gezmesine devam demez mi
Gece eve zor attım kendimi.


Haa bu arada iki kitap bitirdim.
Brida ve Piedra ırmağının kıyısında oturdum, ağladım.
Brida daha iyiydi ama Piedra da fena sayılmazdı
Son cümlesi çoğoştu ama,
''Git eşyalarını topla. Düşler boş oturtmaz insanı.''
Şimdi aynı yazarın ''Kazanan Yalnızdır'' kitabını okumaya gidiyorum.
Ben bu brezilyalı adama kafamı feci takmış durumdayım.



7 Eylül 2010 Salı

İşte ben dün biraz aşıktım sana



Sessizliğin bir sesi varmış. Gecelerin gürültüsü. Birkaç gündür dünya sustu. Yaşam düşünüp karar vermem için durmuştu sanki. Ben seni düşündüm. Sen sonsuzdun, hayalimdeki suretin sonsuz. Gece nefes alış-verişlerimi duyarken senin için de yaşadığımı hissediyordum. Evet karanlık gece bir inanç meselesiydi ve sen benim bu hayattaki tek inancımdın. İnanç gerçeklikti. Karanlık gece insanın düşünmesi için vardı ve benim tüm düş'üncelerimin yolu senin kapında sonlanıyordu.


4 Eylül 2010 Cumartesi

Eski mumya kahramanı şimdinin karizma adamı



Bazen düşünüyorum da sanki hayata bulaşıkları makineden toplamak için getirilmişim.
Bizim evde yaşayan birisi olsaydınız eğer, genellikle akşam yemeğinden sonra veya günün herhangi bir saatinde şunu duymaktan bıkarsınız;
''Cansu bulaşıklarııı makineden çıkaaartttt!''
Annemin yaptığı anlatım bozukluğuna mu üzüleyim yoksa kendi kaderime mi bilemedim,
Bulaşık nedir ya?
Benim çıkardığım tabak, çanak her neyse onlar temizlenince yine de isimleri bulaşık mı oluyor?
(Anlatım bozukluğu olmadan dünya daha güzel bir yer, evet)
Bugün de tam hayattaki yegane görevimi yerine getirirken makinenin üstünde yeşil bir şeyin hareket ettiğini gördüm ama sadece bir an.
Renklerle ilgili ciddi sorunlarım var, hala !
Ama iki gündür yaptığım alış-verişe veriyorum bunları
Hayatım boyunca harcamadığım parayı iki günde harcadım, ama artık yeşil bir çantam var, heyoo.

Birkaç gündür deli gibi film izler oldum, dün rastgele bir film açtım. ''The air i breathe'' diye, soluduğum hava imiş türkçeşi, peeh. Bredan Fraser oynuyor ama, onu gördüğüm her filmindeki o salak karakteri silmiş atmış parçalamış bu filmde. O nasıl bir karizmadır!
Onun dışında Avustraliayı izledim, Nicole Kidmandır dedim candır dedim ama 3 saat film mi olur ya? Nasıl sıkıldım nasıl sıkıldım, sıkıntıdan (sakarlıktan değil) koca bir bardak suyu mp3ün, telefonun ve yeni aldığım kitabın üstüne döktüm ve şunu farkettim ki evde yangın çıksa bu evden kurtaracağım ilk şeyler kitaplarım olurmuş. Telefonun üstüne su mu dökülmüş? kim ne yapsın telefonu, burada 'Brida' dururken!
Neyse işte filmin tek güzel yanı hugh Jackmandı heralde.
Max Payne i izledim aynı gece.
Biraz abartmışlar sankii filmi, son sahnelerdeki uçan iblisler özellikle
Ama güzeldi EN AZINDAN SIKICI DEĞİLDİ

1 Eylül 2010 Çarşamba

İstanbul Hatırası - Ahmet Ümit



Akçaydan kitabı almamın üstünden yaklaşık 1,5 ay geçmesine rağmen evet kitabı yeni bitirdim.
Bir sürü de laf ettim kitabı okurken.
-Yeaaa bu kitap ilerlemiyor be.
Sus kızım oku işte, Ahmet Ümit kitapları sonradan sarar insanı .
-Offf bitsin artık çok sıkıldım
Okucansuu!
-Çook gereksiz ayrıntılara takılmış, bu ne böyle. bize ne ki nevzatın arkadaşlarından, amma sıktı ya.
Bi yere bağlar onu sen merak etme oku

Derkeeen,
Dün yaklaşık 1oo sayfa okuyarak bitirdim kitabı.
İçimdeki sesin dediği gibi (evet ben kendi kendime konuşuyorum) en sonlarına doğru çok heyecan vermeye hatta ayrıntıları neden anlattığı sorusuna cevap vermeye bile başladı.
Sonuçta güzel bitirmiş Ahmet abimiz.

Yalnız, kitabı okurken söylüyordum sürekli,
Angels and Demonsdan mı esinlenmiş , aynısı nerdeyse diye
Bizimkisi daha klasik bitti sonuç olarak
İyiydi iyi.

31 Ağustos 2010 Salı

Clash of the Titans


Az önce izledim,
AŞIK OLDUM!!

''Clash of the titans''
O nasıl bir filmdir tanrım!!!


Fantastik filmlere bayılıyorum.
Burda filmi başından sonuna kadar anlatıp filmin bir güzel reklamını yapardım ama,
Hiçbir beklentiniz olmadan izleyin filmi
Çok daha çok etkileneceğinizden eminim.

Amaaa
Uçan at fikri çok güzeldi lan.
Nasıl sempatik olmuş güzelim hayvan

Yazılan efsaneleri okudum da, titanlar hakkında.
Perseus medusa'yı öldürdükten sonra uçan at; pegasos çıkıyor ortaya.
Ve Medusa'dan sıçrayan kan çöllerde yılana dönüyor.
Biraz karıştırarak yapmışlar,
ama güzel yapmış yiğitler.

30 Ağustos 2010 Pazartesi







komadayım

Hayat, how i met your motherın tüm sezonlarının bilgisayarımın C disketinde (disket mi deniyor ona?) olduğunu farkettiğim zamanın bilgisayarın C disketine (hala emin değilim?) format atıldıktan 2 gün sonrasına denk geldiği andan itibaren benim için bitmiştir.
Barney stinson elveda der susarım , bazen cidden salak olduğumu düşünüyorum

29 Ağustos 2010 Pazar

Caligula


Birkaç ay önce tiyatrosunu izlemiştim. Albert Camusun kaleme aldığı. Eskişehir şehir tiyatroları sanatçılarının oynadığı. Aynı tiyatroyu aynı zamanda yanyana izlediğim kişilerin oyun hakkında ''bu ne biçim bir oyun be, ne olduğu belli değil. Adamların kıyafetleri bile farklı farklı. Geçmiş mi günümüz mü anlaşılmıyor, lanet olsun bu oyunu yazana'' tarzında gelen tepkilerinin yanında ben çok beğendiğim tezini fazla savunamadım haliyle.
Geçenlerde afişini gördüm oyunun da yine aklıma geldi, bir araştırayım dedim.
Efenim Roma imparatorluğunun en gaddar en sapık aynı zamanda da en zeki imparatorlarından birisiymiş kendisi.
Kimisi diyor sevgilisinin ölümünden sonra psikopata bağlamış kimisi ağır bir hastalıktan sonra bu hale gelmiş, ama değişmeyen tek şey var ki onun da caligulanın şizofren olduğudur.
Doğayla müthiş bir yarışa girmiş kendisi,

''kendisini tanri, kizkardesini tanrica, atini da senator ilan ederek tarihe deli olarak gecmistir.''

Ayı ele geçirmeye kalkışmış.

Caligula'nın ayna karşısındaki son haykırışları izleyeni ve oynayanı deli eder.

"caligula! sen de suçlusun! ha biraz fazla, ha biraz eksik, öyle değil mi? iyi ama, suçsuz insanın bulunmadığı şu yargıçsız dünyada kim göze alacak beni yargılamayı? görüyorsun ya, helicon geri dönmedi. ay'ı ele geçiremeyeceğim. ah ne acı şey, haklı olup da ölene dek bu yolda yürümek zorunda kalmak!

evet korkuyorum ölümden. kılıç sesleri! lekesizlik utkuya hazırlanıyor. neden onların yerinde değilim? korkuyorum! ne tiksinç şey, başkalarını küçümsedikten sonra kendini de aynı korkaklık içinde bulmak. ama önemi yok. korku sürmez. az sonra insanın yüreğini erinçle dolduran o büyük boşluğa kavuşacağım.

ne de karışık görünüyor dünya! oysa her şey nasıl da yalın! ay'ı ele geçirebilseydim, sevi yeterli olsaydı her şey değişecekti. peki ama nerede gidermeli bu susuzluğu? hangi yürek, hangi tanrı verebilir bana göller dolusu suyu? ne bu dünyada ne de ötekinde beni doyurabilecek bir şey var. oysa biliyorum ki (ağlayarak parmağını aynaya uzatır) sen de biliyorsun ki olanaksızın olması yetecekti.

ey olanaksız! dünyanın ve varlığımın sınırına giderek aradım seni. ellerimi uzattım. elimi uzatıp karşımda hep seni buluyorum, oysa sana karşı da içim hep kin dolu. izlenmesi gereken yolu bulamadım, hiçbir yere varamıyorum. özgürlüğüm de pek iyi bir şey değil ah helicon! hala hiçbir haber yok! öfff ne ağır bir gece! helicon dönmeyecek: sonsuza dek suçlu kalacağız! insan yüreğini saran acı kadar acı bir gece!"

canlılar evreni doldurmaya, sıkıntımı yoketmeye yetmiyor.hepiniz karşımda olduğunuz zaman, bakamıyacağım kadar büyük bir boşluk duygusu veriyorsunuz bana. ancak ölülerimin arasında rahatım.onlar sahici. onlar bana benziyor.beni bekliyor, gelişimi önceden seziyorlar.

der albert camusun calıgulasında caligula coesonia yı öldürmeden önce


zannederiz ki insan, sevdiği kişi öldüğü için acı çeker. oysa asıl üzüntüsü bundan çok daha az önemsizdir: en büyük kederin bile uzun sürmeyeceğinin farkına varmaktır asıl dert.. acının kendisi bile anlamdan yoksundur."

Fazla söze ne gerek, ama son olarak ;

"kişiler ölür ve onlar mutlu değildir.."

Tutup tutup tarihi kişilere hasta olmakta üstüme yok.




26 Ağustos 2010 Perşembe

Eğer gerçekten hala ordaysan güneşi en azından bu sabah üzerime doğurmazdın
dercesine...
İsyan!

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Televizyondan uzak tutun beni!

Türkiye'de yapılan hiçbir dizinin belli bir seviyeye hizmet verdiğine inanmıyorum.
Bu ne lan?!
Öğleden sonra birkaç saatimi sadece dizi izlemekle harcadıktan sonra anlıyorum ki;
Bu dizi yapımcıları veya senaristleri her neyse
Türk milletini bizon olarak kabul ediyor heralde.
Ya da
Angut...
Uzun uzun açıklamaya bile gerek duymuyorum.
Sadece dikkatli bakın benim ZEKİ milletim.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Annneee Eti Cin Gülsün Dünya Gülsün Nerdee?


Sinemada kaçırdığınız filmi televizyonda verirler ya.. İşte öyle sevinmenizi istiyorumm!
Eti Cin gülsün, dünya gülsün!

29 Haziran 2010 Salı

Belle


Notre Dame De Paris


Birkaç sene önce arkadaşımdan alıp okumuştum kitabını. Geçenlerde abim sayesinde tiyatro halini gördüm feysbuk denilen lanet yerde. Adamın teki sadece şarkı bölümünü koymuş gerçi ama yine de etkilenmek için yeter de artar hani. Şarkı Garou'nun o müthiş sesiyle ''Belle'' demesiyle başlıyor. İnsan ister istemez etkileniyor tabii neyse, biz abimle bikaç gün bu şarkının etkisinden çıkamazken dün okumaya başladığım bir kitapta kitabın şimdilik odak noktası olan kızın isminin de Belle olması çok dikkat çekici ve ürkütücü bir tesadüf. Tırsmaya başladım artık bu isimden. Ama güzel isim. Anlamı da ''Dilber''miş bu arada.

belle
c'est un mot qu'on dirait invente pour elle
quand elle danse et qu'elle met son corps a jour tel
un oiseau qui etend ses ailes pour s'envoler
alors je sens l'enfer s'ouvrir sous mes pieds
j`ai pose mes yeux sous sa robe de gitane
a quoi me sert encore de prier notre dame
quelle
et celui qui lui jettera la premiere pierre
celui la ne merite pas d`etre sur terre
oh lucifer oh laisses-moi rien qu'une fois
glisser mes doigts dans les cheveux d'esmeralda


*güzel onu en iyi tanımladığını bildiğim kelime
o dans ettiğinde
anlatabildiği hikayeler
özgür bir kuş uçmak için kanatlarını açıyor sanki
ve onun hareketlerini izlerken dua ettiğim cehennemi görüyorum

ruhumda çıplak dansediyor ve uyku bana gelmiyor
ve notre dame'a ettiğim bu dualar işe yaramıyor
söyle
ilk elini kaldırıp taşlayan kim olurdu
ben o kişiyi yüceltir ve sonra yalnız başına ölmesini izleyip gülerdim
lusifer lütfen bırak beni Tanrı'nın aşkının ötesine geçeyim
ve parmaklarımı onun saçlarında gezdireyim esmeralda'nın

Hurt Locker, William James


Günün filmi Hurt Locker (ölümcül tuzak) oldu. Filmde pek bir şey yok. Irak'ta savaşan bomba imha ekibi bir grup asker vs. Tabii her filmde olmak üzere bir kahraman. Diğer insanları bilmiyorum ama bu her filmde şak diye ortaya çıkıp bütün boktan işlerin üstüne atlayıp birde korkan diğer karakterlere hakaret edercesine haraket eden o adamlara resmen tapıyorum. İlerde öyle az konuşan, cesur bir tip olursam kariyerimin zirvesinde işi bırakırım arkadaş.

27 Haziran 2010 Pazar



Legion


Sabaha karşı Kıyamet Melekleri diye bir film izledik abimle. Abime filmin sonunda ''üstünde bayaa konuşulcak film'' dediğimde gayet ''yoo film işte'' demesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Harikaydı lan!

Bir de onca olan şeyden sonra Tanrı'nın beklediği gibi Jeep Cebrail'e ''tamam yalvarıyorum beni öldürme'' demesi yerine ''Fuck you'' diyince normalde Tanrı olsa sen benim meleğime nasıl küfredersin lan der ve öldürtür adamı diiiğ miiiii? Öyle olmuyor işte, ne de olsa her filme bir kahraman lazım. ''Vay bee. İnsanların hala umutları, yaşamak için sebepleri varmış ki benim meleğime küfür etme derecesine bile getirdi işi'' diyor ve canını bağışlıyor adamın. Normalde Tanrı olsa diye bir cümle kurdum ya, hıh işte normalde tanrı olsa ben nerden biliyim ne yapacağını ama kinci kinci diyip dolaşan bendim. Belki benim inancıma göre tanrı öyle de yapabilirdi yani? {kendi kenime hesap vermem de çok hoş}

Paul Bettany sen nasıl bir oyuncusun laan. O karizma kimsede yoktur yemin ediyorum. Kasların üstünde ''emir'' dediğin şu dövmeler, öff öff. Filmin afişini gördüğümde ''Hadi lan melek böyle mi olur, en azından kız olsaydı'' dediydim ama halt etmişim tüm melekler böyleyse şimdiden ölmeye razıyım... ./

Kassandra


Troya kralı priamos ile hekabe'nin kızı. Apollon, bu kıza aşık olmuş, ona kahinlik öğretmişti. truva savaşında kazanılan zaferden sonra agamemnon güzel kassandra'yı da yanına alıp evine döndü. Agememnon'un karısı klytaimnestra her ikisini de öldürdü.
bir de mitlere göre apollon kendisine geleceği görme yetisini (yeti mi lanet mi orası tartışılır) bahşetmişti, kassandra geleceği görecek, zikredecek fakat ona kimse inanmayacaktı (lanet olma olasılığı buradan doğuyor).
Kassandra kompleksi denen şey de burdan doğar, olacakları söylersiniz ama size kimse inanmaz. olup bittikten sonra da, "ben demiştim" dersiniz.